top of page

Ajanda Tutmanın Gerçek Anlamı

Yeni bir yıl kapıdayken, her zaman içimi bir heyecan kaplar. Yeni hedefler, daha önceden adı konulmuş ama tutulmamış kendime dair bazı sözler, seyahat planları, sağlık kararları gibi konular gündeme gelir zihnimde. Fakat tüm bunların dışında beni gerçekten heyecanlandıran bir konu da yeni yıl ajandası meselesidir.


Sade bir masa üzerinde açık ajanda, kalem - zamanı planlamayı simgeliyor.

Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, ajandasız hiçbir yılım geçmedi. Üstelik bu alışkanlığım ta ortaokul yıllarından itibaren devam ediyor. Orta birinci sınıftayken ben, babam elinde "ece" ajandasıyla geldiğinde o anki heyecanım neyse şimdi kendime yeni bir ajanda aldığım her an duyduğum heyecan da o. Aradan geçen yıllara rağmen, yeni bir deftere başlamanın (özellikle yeni yıl döneminde) bende uyandırdığı yaşama motivasyonu çok başka.


Ajanda tutmak, çoğu insan için yapılacaklar listesini yazmaktan ibaret olsa da bunca yılın sonunda fark ettim ki aslında bir ajanda, hayatla aramızdaki farkındalık köprüsü gibidir.

Zamanı planlamak değil mesele, zamanı hissetmektir; nasıl geçtiğini, nerelerde zor aktığını, nerelerde uçup gittiğini, ne zamanların can yaktığını, zorladığını ve ne zamanların gülümsettiğini anlar insan ajanda ile.


Benim için ajanda, sadece ne yapacağımı değil, nasıl yaşadığımı hatırlatan bir araç aslında. Hızla akıp giden ve koşturmacayla geçen günlerin arasında çoğunlukla dengemiz şaşıyor, işler birbirine giriyor, ertelemeler başlıyor, arkasından da gelsin vicdan azabı, kendini suçlama seansları falan...


Elbette bu hızla akan günlerin arasında yolumuzu kaybetmek çok kolay; bir toplantıdan diğerine, bir görevden ötekine geçerken aslında hangi duyguyla yaşadığımızı bile fark etmeden sürükleniyoruz. Yaşama yetimizi otomatik pilota alıp belli alışkanlıkları belli zihin yapısıyla ezbere devam ettiriyoruz. Oysa ajandaya bir satır yazarken kendimize dair kurduğumuz bir cümle, bir durumu ifade ediş şeklimiz, seçtiğimiz kelimeler, “Bugün nasılım?” sorusuna farkında olmadan verdiğimiz yanıt, bizi o otomatik pilot modundan şöyle bir çıkarıyor. İçinden geçtiğimiz yaşamın gerçekliğini hissediyoruz. Bu gerçeklik bazen zorluk bazen keyif, neşe fakat hepsi bizim yaşantımıza dair...


Ajanda, yaşamın ritmini yavaşlatır.

Bir güne sadece görevleri değil, duyguları da sığdırırsın çünkü yazarken duygular da açığa çıkar. Bazı günlerde sayfalar dolusu yazarsın; bazı günlerde tek kelime yeter: “Yorgunum.” Bazı günlerde ise sayfa bomboş kalır. İşte bunların hepsi kendinle ilgili bir farkındalıktır.


Elinde boş bir defter tutan kadın - hafiflemeyi simgeliyor.

Bugün dijital dünyada her şey hızla akıyor, telefonlara notlar alınıyor, yeni nesil yapay zeka uygulamaları ile planlar ve randevular tutuluyor. Öte yandan dünyanın tüm bu hızına inat, ajanda sayfalarında zaman, hâlâ kalemle akıyor yavaşça. Bir sayfayı çevirdiğinde, geçmişine tanık olursun. Oradaki el yazın bile sana bir şey söyler. Hızlı mı yazdın; sakince mi? Yorgun muydun? Zinde mi? Bu yüzden bana göre ajanda, zihnin aynasıdır.


Bu yüzden ajanda tutmanın anlamı planlı olmak kadar, kendinle bağ kurmaktır benim için. Bir ajandaya yazmak, kendine alan açmaktır. O alanın içinde sadece yapılacak işler değil, kendinle kurduğun küçük ama derin bir diyalog vardır. Zihinsel sadeleşme sürecinin de ayrılmaz bir parçasıdır ajanda, bu noktayı da yabana atmak olmaz.


Belki bu yılın yeni ajandası seni de otomatik pilot modundan çıkarır.

İlk sayfanın başına “Bugün nasılım?” yazarak başlayabilirsin.

Cevabını kelimelerinde bulacaksın.

Yorumlar


bottom of page