Doğruluk mu? Cesaret mi?
Doğruluk: Hayatın getirdiği zorluklarla başa çıkmak, çoğunlukla düşündüğümüzden kat be kat daha yorucu ve zor oluyor.
Cesaret: Gerektiğinde korkularımızla yüzleşiyor, acıların arasında kalacağımızı bile bile devam ediyoruz zorlukların içinde.
Sonuç: Yaralanıyoruz.
İşte hayatınızda size zarar veren pek çok alışkanlığın ortaya çıkma ve devam etme sebebi tam da yukarıda gördüğünüz sonuç yüzünden oluyor; yaralarımız. Yani yaşadığımız zorlukların sonucu, vazgeçmek istediğimiz bağımlılıklarımızın nedeni oluyor.
İşte size sebep-sonuç ilişkisi.
Tabii konu bağımlılıklar olunca, gündemde pek çok bağımlılık var. Lakin ben bu zararlı bağımlılıklardan sadece birine değineceğim; alışveriş bağımlılığına. Fakat siz bu yazıyı okurken yine de -varsa- hayatınızı zorlaştıran diğer bağımlılıklarınızı da göz önünde bulundurun.

Pek çok bağımlılık başlangıçta, yani henüz bağımlılık haline dönüşmemişken, bize haz verir. Hoşumuza gider onu yapmak. Ama insan evladı değil miyiz; kısa süre sonra aldığımız hazzı her daim yaşamak isteriz ve ona yol açan eylemleri tekrarlarız. Bunun bilimsel açıklaması da var elbette. Şöyle: Böyle bir durumda beynimizin farklı alanlarında bulunan dopamin üretim merkezleri tetiklenerek vücudumuzda dopamin hormonunun salınmasını sağlar ve biz de bu sayede keyifli deneyimler ve hazlar yaşarız.
Ancak dopamin sistemi aşırı uyarıldığında, beynimiz bu haz alma mekanizmalarına daha fazla ihtiyaç duyar ve bu şekilde bağımlılık geliştiririz. Yani beynimizdeki dopamin üretim merkezlerine sürekli olarak ödül sağladığımızda her seferinde daha fazlasını ister hale geliriz. Bu yüzden başlangıçta bizim için yeterli olan miktar bir süre sonra bize haz vermemeye başlar ve giderek daha fazlasını isteriz. Daha fazla alkol, daha fazla şeker, daha fazla haz verici madde, daha fazla alışveriş, daha fazla…
Yani kısacası sistem bu şekilde çalışır.
Neden alışveriş bağımlısı oluyoruz? Ve bundan nasıl kurtulabiliriz?
Özellikle kendimizi kötü hissettiğimiz anlarda, yani zorluklarla karşılaştığımızda, yaşadıklarımız yüzünden ruhsal olarak yaralar aldığımız için kendimizi ödüllendirmeye daha fazla ihtiyaç duyarız.
Örneğin, eşinizle yaşadığınız küçük bir tartışmanın ardından duyduğunuz o huzursuzluk hissi sizi rahatsız eder. Konuşmak, destek aramak, duygularınızı paylaşmak yerine (çünkü o an bunları yapmak zor gelir) ani bir rahatlama arayışına girersiniz. İşte o zaman alışveriş yapmak size bir teselli gibi gelir. Veya iş yerinde beklediğiniz zammı bir başkası aldığında, sevdiğiniz biri tarafından kalbiniz kırıldığında, uğursuz bir haber aldığınızda… hepsinde kendinizi kötü hissedersiniz.

Hadi, kötüyü daha da açıp o duyguları isimlendirelim: Hayal kırıklığına uğramış, üzgün, öfkeli, kindar, kıskanç, çaresiz, endişeli, suçlu… Tüm bu olumsuz duygular içinizde birikmişken kendinizi ödüllendirmek istemeniz elbette normal. Fakat burada kendimizi neyle ödüllendirdiğimiz asıl mesele. Acaba denize düşünce yılana mı sarılıyoruz? Ve o yılan sonradan boynumuza mı dolanıyor? Ne dersiniz?
Alışverişin sadece bir ihtiyaçtan çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Sınırları Aşmak kitabımda alışveriş bağımlılığını ve bundan kurtulmanın yollarını detaylıca irdelemiştim ama bu yazıda özellikle duygusal boşluklarımız yüzünden pençesine düştüğümüz alışveriş bağımlılığının temel sebeplerine ve bunlarla başa çıkma yöntemlerine değineceğim. Bu yöntemler benim danışanlarımda sonuç aldığım, kendi hayatımda ve çevremdeki yakınlarımda deneyimlediğim yöntemler. Kendinize göre sorgulayın, uyarlayın ve kullanın.
Hadi başlayalım.
İşte alışveriş bağımlılığına yol açan bazı temel sebepler ve bu durumla başa çıkma yolları.
1. Kendimizi Yetersiz Hissetmek ve Özgüven Eksikliği
Çoğumuz, içsel bir eksiklik veya yetersizlik hissi yaşadığımızda bunu dışsal unsurlarla telafi etmeye çalışıyoruz. Hayır hayır, bu sadece size veya bana özgü bir durum değil, aksine insan psikolojisinin temeline baktığımızda bu çok yaygın ve normal bir davranış. Çünkü kolay ve hızlı ulaşılabilir. O zaman at sepete!
Yeni bir ürün almak veya dış görünüşümüzü değiştirmek, yaşadığımız hissi kabullenip gerçek çözüme ulaşmak için çabalamaktan çok daha hızlı ve kolaydır.
Kendimizi yetersiz ve değersiz hissettiğimiz anlarda alışveriş yapmak geçici de olsa kendimize değer verdiğimizi hissettirir bize. Belki terfi alamadınız ama 12 ay taksitle süper lüks bir marka çanta aldınız, n’aber? Belki sevgiliniz sizi terk etti ama yeni Iphone’nunuz hep sizinle kalacak. Belki içiniz kan ağlıyor ama dışınızın parıltısı göz kamaştırıyor.
“Daha iyi bir görünüme sahip olursam veya daha iyi bir ürün alırsam, kendimi daha iyi hissedeceğim” düşüncesi, alışverişi bir tür kendini onaylama aracına dönüştürür aslında. Daha iyi göründüğümüzde kendimizi daha iyi hissederiz elbette veya bir ürünün iyisini kullanmak hayatımızı kolaylaştırır tabii ki; peki bunlar içimizde hissettiğimiz eksikliği ve yetersizliği ortadan kaldırır mı sizce?
Çözüm Önerim:
İçsel değerlerinizi keşfedin ve değerlerinizi davranışlarınıza katarak onları onurlandırın. Şimdi “onurlandırma falan ne diyor bu kadın” diye içinizden geçirmiş olabilirsiniz, sıkıntı yok. Değerleri onurlandırmak sıklıkla koçlukta kullanılan terimsel bir ifade. Değerlerinizi onurlandırmak aslında sizin için önemli olan değerleri (mesela; adalet, samimiyet, netlik gibi) hayatınıza katmak, davranışlarınıza dönüştürmek demek. Mesela "adalet" sizin için önemli bir değer olabilir ama iş yerinde şahit olduğunuz bir adaletsizlik karşısında sesinizi çıkartmıyorsanız, o değerinizi onurlandırmıyorsunuz demektir. Bu da size kendinizi suçlu ve yetersiz hissettirir.
Birebir dönüşüm koçluğu yaptığım herkesle, istisnasız herkesle, ilk çalışmam değerler keşfi çalışmasıdır. Bunu kendi kendinize yapmak için sessiz bir ortamda biraz zaman geçirin ve hayatınızdaki en önemli anları düşünün. Hangi deneyimler size gerçek anlamda tatmin verdi? Hangi davranışlar sizi gerçekten mutlu etti?
Bu soruları yanıtlayarak, değerlerinizin ne olduğunu keşfetmeye başlayabilirsiniz. Kendinize karşı dürüst olun ve içsel rehberliğinizi dinleyin.
Gerçek ihtiyaçlarınızı netleştirin. “Bunu kim için istiyorum?” “Bunun bana ne katacağını düşünüyorum?” sorularını kendinize sorun. Yataktan kalktığınızda kim için hazırlanıyorsunuz. Evde tek olsanız ve işe gitmeyecek olsanız, bütün gün diz yapmış gri ev eşofmanıyla mı oturursunuz? Ama başkalarıyla buluşacağınız zaman giyinip süslenirsiniz değil mi? Neden? Aaa, tamam! Bu, başkalarına duyduğunuz saygının bir göstergesidir. Haklısınız. Bir şey diyemem. O zaman evde tek başınıza iken kendinize neden saygınızı göstermiyorsunuz? Yoksa kendinize saygı duymuyor musunuz? Saygı, en temel öz ihtiyaçtır.

2. Sürekli Dış Onay Beklemek
Sosyal medya, reklamlar ve toplumun dayattığı güzellik standartları, sürekli dış onay arayışımızı körüklüyor, öyle değil mi? Bir ürün aldığımızda gelen övgüler veya beğeniler, haz veriyor bize ve kendimizi önemli hissediyoruz. Yıllık ortalama gelirimiz, biriken borçlarımız falan umurumuzda olmadan yeni çıkan her ürüne sahip olmak istiyoruz. Çünkü sosyal medyada herkesin elinde, üzerinde, çantasında o ürünlerden görüyoruz. Biz de alalım ki, başkaları da bizim için “Vayy be!” desin, değil mi? Lakin bunun sonu yok! Bu “Vay be!” ile gelen haz, kalıcı olmadığı için tekrar tekrar aynı veya benzeri davranışları sergilemeye başlıyoruz ve bir süre sonra sadece başkaları tarafından onay almak için alışveriş yapar duruma geliyoruz.
Çözüm Önerim:
Sosyal medya tüketiminizi sınırlayarak, kendi değer algınızı yeniden oluşturun. Bu ne demek? Sosyal medyada takip ettiğiniz hesapları bir gözden geçirin demek. Sürekli tüketime odaklı paylaşımlar yapan hesapları, sürekli başkalarını konuşan kişileri takip etmeyi bırakın. Kendini, evini, takılarını, arabasını, ayakkabısının markasını gözünüze sokan kişilerin size katacağı tek şey kredi kartı borcu olur, benden söylemesi.
Gerçek başarılarınızı ve kişisel gelişiminizi takdir etmeyi öğrenin. Bir defteriniz olsun. Kendinizi takdir etmeyi ve bunu dışa vurmayı deneyimleyin. Takdirinizi defterinize yazın. Kendinize bir “aferin” demeyi çok görmeyin. Hep eksiklerinize odaklanırsanız, hep onları büyütürsünüz gözünüzde. Biraz da başarılarınıza odaklanın. Başarı dediysem, milyon dolarlık başarılardan bahsetmiyorum. Bir yandan çalışıp bir yandan evin düzenini sağlamak, başarı değil mi? Haksızlık etmeyin kendinize!

3. Stres ve Duygusal Bozukluklarla Başa Çıkma
Evet hepimizin bildiği üzere stres ve kaygı dolu bir dünyada yaşıyoruz. Hatta arttırıyorum; dünya geneline kıyasla ülkece bu konuda çok daha ileri seviyedeyiz. Stres ve kaygı bizim için kalıcı duygu durumu olmuş vaziyette. Her şey yolunda olduğunda “Allah Allah, bir terslik mi var?” diyecek durumdayız. Ülkeyi terk etmek benim önerdiğim bir çözüm değil, ben daha çok kalmak ve düzeltmek için çabalamaktan yanayım. Yaşam tarzımız olan stres ve kaygıdan kaçmak için alışverişe yönelmek ise hiçbir düzelme sağlamaz.
Çözüm Önerim:
Stresinizi doğru yöntemlerle yönetin. Yani stres yaşadığınızda sürekli bir şeyler satın almak pek de doğru bir yöntem değil gibi, ne dersiniz? Bir süre sonra kredi kartı borçlarınızın asgarisini ödemeye başladığınızda stresle başa çıkma yönteminiz stres sebebiniz olabilir. İlla yoga yapın, şu kadar dakika nefes alın diyemem size. Ama işin özünü söyleyeyim; bedeninizi çalıştırın. Kaslarınızı kuvvetlendirin. Hareket edin. Koşun, yürüyün, yüzün, bisiklete binin, ağırlık kaldırın...
Duygusal destek alabileceğiniz arkadaşlarınızın kıymetini bilin. Sosyal medya arkadaşlarınızı gerçek arkadaşlarınızla karıştırmayın. Yüz yüze, kalp kalbe olabildiğiniz dostlarınızın kıymetini bilin ve sosyal medyada başkalarının arkadaşlığını izlerken harcadığınız zamanı gerçek arkadaşlarınızla buluşmak için kullanın.
Profesyonel destek almaktan çekinmeyin. Ülkemizde henüz çok alışılmış bir durum değil profesyonel destek almak. Hala psikologlara “deli doktoru” gözüyle bakılıyor. Yaşam koçlarının para tuzağı olduğu düşünülüyor. Bunları kimse açık açık söylemese de genel inanış bu yönde. Oysa her işte olduğu gibi, size destek verecek meslekler arasında da iyisi ve kötüsü vardır muhakkak. Önemli olan iyi olana yönelmek. Kaldı ki, profesyonel destek almak sizi güçsüz biri yapmaz; bilakis kendinizin ve ihtiyaçlarınızın farkında olduğunuzu gösterir bu.

5. Reklam ve Pazarlama Taktiklerinin Etkisi
Pazarlama dünyası, insan psikolojisini iyi analiz eder ve duygulara hitap eden stratejiler geliştirir. “Şimdi al, yoksa fırsatı kaçırırsın!” “Aldın aldın! Almadın Yandın!” gibi kampanyalar, satın alma dürtümüzü artırır ve içimizde bir şeyleri kaçırıyormuş hissi uyandırarak hiç düşünmeden satın almamıza yol açar. Bu taktikleri bilsek de her seferinde bu tuzağa düşüyoruz. Ama yine de birkaç karşı taktikle kendimizi bu tuzaklardan korumamız mümkün.
Çözüm Önerim:
Kendinizi soğutun. İndirim haberini veya mesajını alır almaz kodlanmış robot gibi alışveriş sitelerine veya mağazalara yönelmeyin. İçiniz daha kıpır kıpırken alışveriş yapmayın. Durun, bekleyin ve kendinizi soğutun. Ne kadar sürede soğuyacağınız kimyasal olarak ne kadar hızlı ve çok ısındığınızla birebir alakalı olsa da ortalama olarak kendinize 24 saat süre verin. O sürede o ürüne gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını sorgulayın.
Üyeliklerden ayrılın. Bildirimleri kapatın. Mağazalardan gelen indirim haberlerini, yeni sezon parçalarını falan sürekli duymak zorunda değilsiniz, ne münasebet! Size ulaşmak için her yolu deniyorlarsa, siz de onlardan uzak kalmak için her yolu deneyin. Mağazalardan gelen eposta, mesaj bildirimlerini kısın. Yeter mi? Yetmez! Üzerine bir de mağaza üyeliklerinden ayrılın. “İndirim yapacağız, kart vereceğiz, hediye göndereceğiz” diyerek iletişim bilgilerimizi alıp bizi sürekli taciz ediyorlar. Aklımızı çeliyorlar. Büyük oyunu görün ve durun.
Özetle, demem o ki; bağımlılıklar kendi kendilerine bünyemizde kök salıp büyümezler. Onları büyüten ve bizi ele geçirmelerini sağlayan biziz. Evet, çoğunlukla fark etmeden bunu yapıyoruz, zaten bilinçli yaparsak bunun adı psikolojide başka bir rahatsızlığa tekabül ediyor.
Alışveriş bağımlılığı, çoğu zaman içsel boşluklarımızı dışsal maddi objelerle doldurmaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Bunu fark ettikten sonra artık devam edip etmemek bir seçim oluyor. Gerçek içsel iyileşme hiçbir zaman dışsal unsurlarla sağlanamaz.
Çok sevdiğim ve her yerde söylediğim cümlemi burada da tekrar etmek istiyorum: "Mutlu olmak için nesnelere sığınmak, içten kanayan açık bir yarayı, küçük renkli yara bantlarıyla kapatmaya çalışmak gibi."
Kendinize iyi gelmek istiyorsanız nesnelerin bağımlısı olmayın. Alışveriş bir araçtır. İçsel iyileşmenin asıl kaynağı mağaza vitrinlerinde değil iç dünyanızda durur.
Comments